12 Mart 2025

SESSİZ ADIMLAR

ile Mustafa Erdurmuş

Adımlarım sert taş zemine vurdukça yankılanıyor, karanlığın içinde can bulan bir feryada dönüşüyordu. Dar sokaklarda ilerlerken üzerime yapışmış olan geceden sıyrılamıyordum. Gölgem, benimle birlikte yürüyor, benden birkaç saniye geriden gelerek varlığıma şahitlik ediyordu. Onun benden kaçmadığını, beni izlediğini biliyordum. Ben ise kendimden kaçmaya çalışıyordum. Ama insan kendisinden nereye kaçabilirdi ki? Kendi gölgesinden kurtulabilir miydi?

Ne zamandır böyleydim? Hangi an kopmuştum kendimden? Hangi söz, hangi bakış, hangi ihanet beni içimdeki şehirden kovmuştu? Düşündükçe cevapsız kalan sorular gibi, ben de cevapsız bir gölgeydim artık. Gecenin suskunluğuna tutunarak, varlığımın benden kopan parçalarının izini sürüyordum. Ancak bulduğum her parça, eksikliği daha da artırıyordu. Kendimi tamamlamak yerine, daha çok kaybediyordum.

Bir cam kenarında gördüm kendimi. Yansımam bana baktı. Gözlerimin içinde saklı duran çığlığı tanıdım. Dudaklarımın köşelerinde çökmüş bir hüzün, kaşlarımın arasına gizlenmiş bir yorgunluk vardı. Bir anlık, gerçekte kim olduğumu hatırlayacak gibi oldum. O çığlık, benim suskunluğumu böldü. Ama yansımam, hâlâ bana bakıyordu. O çığlık, hangi hayal kırıklığının yansımasıydı? Hangi pişmanlık, hangi kayıp, hangi unutulmuşluk saklıydı gözlerimde?

Yansımamdan vazgeçip, yola çevirdim yüzümü. Sokak lambalarının altında yürüyen bir adam geçti göz ucumdan, ellerini cebine sokmuş, omuzlarına çökmüş yılları taşır gibiydi. Gözleri yere çivilenmişti, sanki yürüyerek içindeki düşleri eziyordu. O an fark ettim, herkesin omuzlarında görünmeyen bir yük vardı ve biz, bu yüklerle yaşamayı öğrenmiştik. Ama bu öğreniş, bir kabulleniş miydi yoksa bir unutuluş mu?

Bir an durdum. Kendimi ve gölgemi izledim. Gölgem sessizdi, ben de öyle. Derinimde  susmak bilmeyen, bir çağlaya dönüşen, içimde kopan bir fırtına. Dönüp baktım, en karanlık yanlarımı gördüm o fırtınada. Onlarla barışmayı, onlarla yaşamayı öğrenmeliydim. Ama barışmak, onları kabul etmek miydi, yoksa sadece görmezden gelmek mi?

Bir adım attım. Sonra bir adım daha. Gölgem de benimle birlikte yürümeye devam etti. Ve ilk defa, ondan kaçmak yerine onunla birlikte var olabileceğimi hissettim. Belki de insan, kendi gölgesiyle yaşamayı öğrenmeliydi. Kendi karanlığıyla, kendi sessizliğiyle…

“Ben bu dünyanın hem gücü hem zaafıyım,” diye fısıldadım geceye. Ama bu bir itiraf mıydı, bir meydan okuma mı, yoksa sadece varlığımı kabul etme çabası mı?

Gece sustu. Ama gölgem beni duymuş gibiydi. O an anladım: Belki de insan, en çok kendi yankısına mahkûmdu, insanın gölgesi esasında kendini ortaya sere serpe koyuşuydu… Kendini, kendinden bile gizlediği benliği.