DÜNYA VE SEN
Bu dünya, bir rüya!
Ancak alçak bir rüya olmalı.
Tam unuttum dediğin anda gözlerin,
-sindirdiğin yüzler ile buğulandı.
Ne kadar hüznünü doldurmuş isen sinene,
Öyle kalmış içinde…
Güç getirmemiş takatin çıkarmaya.
Dolu dizgin takip etmişsin ardın sıra yokluklarını.
Ve yine,
Saklamışsın her hücrende varoluşlarını.
Dört nala koşup hissetmemişsin susuzluğu.
Kuruyan damağına, düşmemiş nurlardan bir damla.
Yoksunluk ile yoksul etmişsin kendini kana kana.
Kalmamış mecalin yerin altından,
-bir ele uzanıp, canını gün yüzüne çıkarmaya.
Bu dünya, bir savaş alanı olmalı.
Ancak haksız bir savaş.
Sen silahsız, alınmış nişan tam göğsünün ortasına,
Vurulmuşsun, göçmektesin yavaş yavaş.
Ne zırh varmış üstünde, ne miğferin başında.
Tam ‘oldum’ dediğin yaşında,
Ruhundan vurulmuşsun.
Yine de tüm kemlikleri unutup,
Bırakıp mağdurluğu ‘vav’ olmuşsun.
Bu dünya, karanlık.
Ancak bir damla ışığı dahi kaybetmiş olmalı.
Gözlerinin feri ararken zerre aydınlığı,
Mahrum edilmişsin mavisinden gökyüzünün,
Sonu gelmez bir yokuştur, düşünü gördüğün.
Yolun dikenlerinden değil,
Dikeni ayağına batıranlardan öksüzlüğün.
Yine de almışsın pilsiz feneri eline,
Çıkmış çiviyi çakmaya yol alıyorsun, ihtiyarın merkezine.
Bu dünya, bir zulüm,
Ancak hemhal olmuş olmalı zalimleri ile.
Mahmur olmuşsun işkencelerine,
Lime lime edilişini anlamamışsın hislerinin,
Prangalarını çıkarmamışsın ayağından,
Öyle koşmuşsun mayınların ortasından.
Bu dünya!