5 Mart 2025

ZİNDANLAR VE KAZALAR: CRİT HAPPENS – 1

ile berattasgit

BÖLÜM 1 – SİSLERİN İÇİNDEKİ GÖREV

Lantia Krallığı’na musallat olan derde çözüm aramak amacıyla görevlendirilen Axelroth, bir grup paralı asker tutmak için Dinlenen Griffon hanına geldi. Havanın fırtınalı olması sebebiyle hanın salonu oldukça doluydu. Yolcular, tüccarlar, paralı askerler ve birçok serseri bir yandan ısınırken diğer yandan içkiler eşliğinde sohbet ediyordu. Kralın verdiği görev için en uygun paralı asker grubunu bulmaya çalışan Axelroth dikkatle handa bulunan grupları süzdü. Aradığı ekip görevin gizliliği sebebiyle kalabalık olmamalı ancak riskli işlerin de üstesinden gelebilecek kadar çok yönlü olmalıydı. Masaların arasında dolaşırken dikkatini çeken grubun birkaç adım ötesinde durdu, bu grup handa bulunan topluluklardan oldukça farklıydı:

Din adamı gibi görünen bir insan, büyücüye benzeyen bir ateşdoğan, kan avcısı gibi görünen bir aasimar ve ipsiz sapsız tip olan kapüşonu gözlerinin üzerine çekili yüce elf.

Axelroth ihtiyatla gruba yaklaştı. Sesi hafiften titrese de kesin bir tona sahipti.

“Siz… paralı askerler misiniz? Yardımınıza ihtiyacım var. Ve tabii ki, cömert bir ödeme yapmaya hazırım.”

Grup gözlerini Axelroth’a dikti. Din adamı gibi görünen insan eliyle buyur işareti yaparak Axelroth’a oturabileceğini söyledi. Axelroth oturup garsonlardan şarap rica etti.

“Merhaba maceracılar, adım Axelroth.”

İnsan, “Adım Bıngıl, ateşdoğan arkadaşım Artur, aasimar olanın adı Ermes ve son olarak Xandin. Bize Crit Happens derler.” diyerek grubunu takdim etti.

“Memnun oldum maceracılar. Sizinle paylaşmak istediğim görev hakkında konuşalım mı?”

Bıngıl kafa işaretiyle izin verdi. Bunun üzerine Axelroth pelerinin altından eski, yıpranmış bir parşömen çıkararak masanın ortasına açtı. Ekip paşömeni incelemek için masaya eğildiğinde bunun sadece eski bir kağıt parçası değil, kenarında köşesinde eski dillerde yazılmış notlar bulunan bir harita olduğunu anladılar. Axelroth açıklamaya koyuldu.

“Bu harita, lanetlenmiş bir tapınağa giden yolu gösteriyor. Kimse oraya gitmeye cesaret edemedi. Ama krallık olarak biz, orada eski bir ‘anahtar’ olduğuna inanıyoruz. Bana onu getirirseniz, size yüksek bir ödül vaat ediyorum…”

Ekip kendi içerisinde bakıştıktan sonra Xandin, “Vaat ettiğin ödül ne kadar yüksek?” diye sordu.

Axelroth cebinden bir kese çıkarıp masaya bıraktı. “Eğer görevi kabul edip başarıyla tamamlarsanız bu kese sizin.”

Kese Xandin’in ilgisini çekti, kapüşonunu başından geriye atıp, “Varız.” dedi.

Arkadaşları da başlarını bir kez sallayarak Xandin’e destek çıktı.

Axelroth, “Kısaca kendimden bahsedeyim. Kralın yanında çalışan bir tarihçi ve kaşifim. Eski çağlara dair araştırmalar yapıyorum. Bu anahtar, sadece tarihi bir eser değil, aynı zamanda büyük bir gücün parçası. Ancak… bununla ilgili detayları yolda anlatacağım. Hemen yola çıkmamız lazım.”

Bıngıl sözü Axelroth’tan aldı. “Bu gece dinlenip hazırlığımızı tamamlayalım. Yarın şafakla beraber yola çıkarız.”

Bunun üzerine Crit Happens ekibi son hazırlıklarını yapıp gece boyu dinlendiler. Ertesi gün şafakla beraber söz verdikleri gibi hanın kapısında buluştular. Axelroth’un rehberliğinde Lantia’nın doğusundaki ormanlara doğru yola koyuldular. Yağmur yerini sisli bir sabaha bırakmıştı. Yol, başlangıçta sakin görünüyordu, fakat ilerledikçe doğanın sessizliği yerini uğursuz bir atmosfere bırakıyordu. Axelroth haritayı inceleyerek bir patika gösterdi.

“Buradan ilerlersek, birkaç saat içinde eski tapınağın kalıntılarına ulaşabiliriz. Ancak dikkatli olun… Burası uzun süredir terk edilmiş olabilir ama bu, tehlikelerden arınmış olduğu anlamına gelmiyor.”

Sis, karşılarında duran patikayı tamamen gizliyordu. Görüş kısıtlı olsa da gölgelerin arasında bir şeyin hareket ettiği belli belirsiz seçilebiliyordu.

Bıngıl, “Kontrol etmek isteyen var mı?” diye sordu.

Xandin, “Sahte bir görüntü gönderip saldıran olacak mı diye bakabilirim.” dedi.

Xandin öne çıkıp yoğunlaşarak kendi suretinde gölge oluşturdu. Fakat gölgenin üzerinde hakimiyetini koruyamadığı için kendi sureti Xandin’e yumruk attı.

Ermes, “Napıyorsun salak herif?” diye çıkıştı.

Artur, “Eğer bana bırakırsanız ateş topu atarak önümüzü aydınlatabilirim. Eğer bizi bekleyen bir tehdit varsa bu sayede zarar görür.” diye öneride bulundu.

Ermes bu öneriye de sinirlenmişti. “Orman yangını mı başlatmak istiyorsun?”

Daha sonra elinde ışıktan küre oluşturarak sise doğru kaldırdı, fakat sis öyle yoğundu ki birkaç adımdan ötesini aydınlatamıyordu.

Xandin tekrar kotnrolü ele almak isteyerek sisi dağıtmak amacıyla rüzgarı manipüle ederek patikaya doğru savurdu.

Bıngıl, “Bu karanlığı yalnızca sonsuz ışığın yardımıyla aydınlatabiliriz.” dedi ve eliyle önündeki alana ışık yayarken “Sonsuz ışık, yolumuzu aydınlat.” diye mırıldandı.

Avucunda beliren parlak küre, karanlığın içini aydınlattı ve sisin içinde saklanan detayları ortaya çıkardı. Eski taşlardan yapılmış, yosunlarla kaplı bir geçit belirmişti. Ancak sadece taşları değil, aynı zamanda gölgelerin arasında hareket eden siluetleri de açığa çıkarmıştı. Küçük, kambur gölgeler hızla geri çekildi. Kısık tıslamalar, uzaklaşan adımların yankıları duyuldu.

Xandin, “Pek de tekin görünmüyor. Başka bir yol arasak daha ihtiyatlı olmaz mı?” diye sordu.

Axelroth aceleyle atıldı. “Sanırım aradığımız tapınak patikanın sonundaki kapıların arkasında olacak. Devam etmemiz gerekiyor.”

Artur, “Madem öyle diyorsun, daha fazla beklemeye gerek yok.” diyerek ekibini cesaretlendirdi.

Axelroth, Bıngıl ve Ermes önden giderken Xandin ile Artur da arkadan onları takip ediyordu.

Patikada ilerlerken ışığın aydınlatmadığı noktalardaki silüetler hâlâ hissedilebiliyordu. Axelroth, “Bizi izliyorlar.” diye fısıldadı.

Maceracılar ellerini silahlarına götürdü. Önlerinde uzanan geçidin iki yanında kırık sütunlar yükseliyordu. Yer, çamurlu ve kaygandı. Bir adım daha attıklarında, yukarıdan düşen bir taş sesi yankılandı. Ardından, hırıltılı bir kahkaha duyuldu.

“Hehehe… Misafirlerimiz var, öyle mi?”

Ses, karanlığın içinden, bilinmeyen bir noktadan geliyordu. Ancak ne kadar uğursuzsa, bir o kadar da eğlenceli bir ton taşıyordu. Ermes etrafı araştırmaya giderken, diğer maceracılar bulundukları yeri dikkatle incelemeye devam etti. Sis içinde gölgeler kaybolup ortaya çıkarken, uzaklardan gelen tıslamalar kulaklarını tırmalıyordu. Axelroth aniden rahatsızlanmaya, titremeye ve terlemeye başladı. Ellerini endişeyle ovuştururken, “Bu his… Daha önce böyle bir şey hissetmemiştim. Birileri bizi izliyor.” diye uyardı.

Ermes sağ elinin işaret parmağını kaldırıp diğerlerine susmasını işaret etti, ekipteki kimseden çıt çıkmazken kan avcısının kulağı yarasa kadar keskin işitiyordu. Sonunda beklediği sesi duyup yüzünü sesin geldiği noktaya çevirdi.  Kayaların arasından hızla hareket eden bir figür gördü, uzun pençeleri yere sürtüyor, gözleri sanki karanlıkta yanıyordu. Ermes ekibinin yanına dönerken Bıngıl kendini öne attı. Avucunda bir ışık küresi daha yakıp yaratığa doğru tuttu. Gördüğü canlının ne olduğunu anlamaya çalışırken kutsal bilgilerini hızla zihninden geçiriyordu.

“Bu şey doğal bir hayvan değil. Karanlığın gücü altında kuklalaşmış. Artur! Bir şey yap!”

Artur mesafeyi gözünde tarttı, Bıngıl’ın ışığı yaratığı tam olarak aydınlatmıyor, onun için net bir görüş vermiyordu. Fakat yine de şansını denedi. Topladığı enerjiyi elinde bir ateş topuna çevirerek sisin içine fırlattı. Büyü yaratığı teğet geçip karanlıkta yok oldu. Ateş topunun sağladığı ışık maceracıların ne ile karşı karşı olduğunu tam olarak görmelerini sağlamıştı.

Canavar artık tarafsız değil, Crit Happens için bir düşmandı.

Ermes, “Ateş topu mu? Gerçekten mi? Daha aptalca bir planın yok muydu yoksa en aptalca olanı bu muydu?” diye hiddetle çıkıştı.

Artur sadece yüzündeki sırıtışla cevap verdi.

Yaratık, sislerin içinden bir gölge gibi hareket ederek dişlerini gösterdi. Gözleri, zifiri karanlığın içinden parıldıyordu. Axelroth ne ile karşı karşıya olduklarını anlamıştı.;

“Bu bir gölge tazısı… Dikkatli olun, bu şeyler ışığa dirençlidir!”

Bıngıl, “Süper!” derken Ermes, “Beni de dışarıda sayın.” diye arka çıktı.

Maceracılar karşılarındaki tehditle burun burunaydı. Herkes pozisyonunu sağlamlaştırmak için hamle etti fakat Artur daha geniş görüş açısı almak için bir adım geri atmak isteyince ayağı yerden çıkan ağaç köklerine takılmış, geriye düşerken mızrak gibi sivri dallar sol kolunu boydan boya yarmıştı.

Bıngıl yaralı arkadaşını görünce elini ona doğru uzatıp şifa ışığı yaydı. “Ayağını toprağa basmayı bile beceremiyorsun!”

Artur’un kolundaki yarık iyileşip kapanırken üzerinde ışıktan bir kalkan belirdi. Hemen ardından Bıngıl, sırtından kurulu olan arbaletini çıkarıp yaratığa nişan alarak ateşledi. Ok, yaratığa saplansa da herhangi bir etkide bulunmuş gibi görünmüyordu. Gölge tazısı ağır ağır yaklaşmaya devam etti. Xandin, “Dikkatini dağıtacağım.” diyerek sahte görüntü oluşturdu. Ancak ilk seferkinden daha iyi değildi. Oluşturduğu görüntü gölge tazısını görüp korkuyla ortamdan uzaklaştı.

Ermes, “Beceriksizler topluluğuyla beraberim.” diye sitem etti.

Onlar konuşurken gölge tazısı Bıngıl’ın dibine kadar girmiş, ağzını açarak dişlerini saplamaya hamle etmişti. Bıngıl, üzerine gelen dişleri dehşetle izliyor, kaçınmak için bir çare arıyordu. Tam bu anda Ermes, “Arkandayım!” diyerek kalkan büyüsü kullanıp Bıngıl ile tazının dişleri arasında görünmez bir bariyer meydana getirdi. Jilet gibi olan dişler, bu bariyeri geçememişti.

Artur bu boşluğu fırsat bilerek ateş büyüsünü tekrarladı. Neyse ki maceracıların şansı yaver gitmiş, gölge tazısının kafası alev almıştı. Dikkat dağınıklığı yaşayan gölge tazısı Bıngıl tarafından kafasına inen gürzü görmekte geç kalmış ama işler her zamanki gibi istenilen şekilde gerçekleşmemişti. Bıngıl’ın vurduğu darbe alevi söndürmekle kalmamış, belli ki yaratığa yalnızca ufak çaplı baş sarsıntısı yaşatmıştı. Gölge tazısı kafasını iki yana sallayıp tekrar odağını buldu. Yaratığın sendelediği sırada Xandin, gölge tazısının yanına kadar gelip yumruk atmaya çalıştı. Hedeflediği noktaya vursa da beklediği etkiyi göstermemişti. Gerçi böyle bir hareketle ne beklediğini kendisi de bilmiyordu ya. Gölge tazısı tüm gücünü toplayıp hiddetle kükredi. Sesi o kadar yüksek çıkmıştı ki maceracıların ellerini kulaklarına götürüp diz çökmekten başka yapacağı hiçbir şey yoktu. Bu zayıf anı hisseden yaratık, olduğu yerde sıçrayıp Xandin’e dişlerini geçirmek için hamle etti. Son anda üzerine gelen gölgeyi gören Xandin, çevik hareketlerle yerde yuvarlanıp tazının dişlerinden kaçındı. Yaratık bu hamleye oldukça sinirlenmiş, ağzını açıp gerinerek bir sis bulutu püskürtmüştü. Neyse ki Xandin’in bacakları sis bulutundan hızlı davranıp gelen dalganın üzerinden atlamayı başardı. Xandin, Bıngıl ve gölge tazısı birbirlerine öfkeyle bakıyorlardı.  Bıngıl, hemen yanında boşluğa savrulan bir yumruk gördü, Ermes yanlarına kadar gelip yaratığa yumruk atmayı denemişti.

Xandin, “İsabet kaydedebilseydin bir şey umabilirdik.” dedi.

Artur on adım geriden bağırıyordu. “Biriniz ateş yaksın!”

Xandin ve Ermes yaratığın dikkatini dağıtırken Bıngıl çantasından çakmak taşı, çelik ve kuru otlar çıkardı. İki denemede kuru otları tutuşturmayı başararak Artur’a işaret etti.

Artur yanan ateşi manipüle ederek büyütüyor, yaratığın üzerine yönlendiriyordu.

“Kıçınızı kenara çekin! Bugün menüde tazı ızgara var!” Ekibin geri kalanı uzaklaşırken yaratık alevlere boğuldu. Sağa sola yalpalıyor üzerindeki ateşi söndürmeye çalışıyordu. Fırsatı kaçırmak istemeyen Bıngıl arbaletine art arda üç ok takarak ateşledi. Her biri yaratığı gövdesinden vurmuş, iyice zayıf düşürmüştü. Xandin rapierini, Ermes ise kısa kılıcını çıkarıp yaşam savaşı veren tazıya saldırdı. Artur, “Madem kılıçlarınız vardı ne diye yumruklamaya çalışıyorsunuz!” diye bağırdı.

Bu serzenişe cevap aksiyonla gelmişti. Xandin’in rapieri tazıda bir çizik bile açamamışken Ermes yanlışlıkla kılıcını Bıngıl’a sapladı.

“Özür dilerim Bıngıl.”

“Elinin ayarını…” diye acıyla haykırdı Bıngıl.

Artur, “Demek bu yüzden kullanmıyormuşsunuz.” diyerek alay etti. “Neyse bu iş fazla uzadı, nasıl başladıysa öyle bitecek.”

Tekrar yoğunlaşarak elleriyle alev topu oluşturup gölge tazısının üzerine fırlattı. Ancak işler istediği gibi gitmemiş, attığı alev topu hedefe ulaşmadan arkadaşlarıyla yaratığın arasındaki alana düşerek zemini yakmaya başlamıştı.

Bıngıl, “Eğer bir alev topu daha fırlatmaya kalkarsan…” dedi ama cümlesini bitirmedi, onun yerine sadağından ok çıkarıp arbaletine yerleştirdi. Önündeki alevlerle okun ucunu iyice ısıtarak yaratığa nişanladı. Sırtına saplanmış bir kılıçla bunu yapmada oldukça zorlansa da gölge tazısının tam gözüne tutturmayı başardı. Canavar acı çığlıklarıyla yere düştü. Crit Happens, zaferlerine bir yenisini daha eklemişti. Yaratığın cansız bedenine bakarken Artur, “Her zaman söylediğim gibi, ekici olun ama biçici olmayın.” dedi.

Ermes, “Salak herif, bok vardı da ateş topu fırlattın. Başımıza ne geldiyse senin yüzünden geldi zaten.” dedi.

Bıngıl, “Şu kılıcı sırtımdan çek de öyle konuş.” diye uyardı.

Ermes bu duruma biraz bozulmuştu. “Kusura bakma Bıngıl, bir anda heyecanlandım elim kaydı.”

“Biriniz aasimar, biriniz ateşdoğan, diğeriniz elf ama işi bitiren kişi her zamanki gibi bir insan. Neyse en azından hayattayız, hadi toplanın yaralarınızla ilgileneyim.” diyerek ekibi etrafına topladı. Önce kendi sırtını daha sonra ekibin ufak tefek çiziklerini iyileştirdi. Genel tabloya bakılınca kimse fazla zarar görmemişti.

Xandin, “Artık en sevdiğim kısma geçebiliriz. Ganimet vakti!” diyerek yaratığın yattığı yere yaklaştı, ekip de onu takip etti.

Grup dikkatle ölü bedenin olduğu alanı incelemeye başladı.

Artur, “Tuhaf bi madde buldum, biraz kokuyor.” dedi.

Xandin yaklaşarak bu maddeyi kokladı.

“Bok lan bu!” birkaç adım ötesine bakınca yerde yatan karga leşini gördü, “Sanırım bundan çıktı.”

Bıngıl, Ermes’ten bıçak alıp yaratığın pençesini kesmeye çalıştı fakat bıçak, yaratığın derisini kesecek kadar güçlü değildi.

“Sanırım bundan bir şey çıkmayacak.” dedi Bıngıl umutsuzca.

Ermes, “Aha!” dedi.

Xandin ve Artur, Ermes’in yanına giderek, “Ne buldun?” diye sordular.

Ermes, yaratığın karnına saplı olan bir kabza bulmuştu, biraz zorladıktan sonra tazının bağırsaklarıyla beraber tuhaf bir kılıç çıktı.

Kabzasına göz motifi işlenmiş, kırbaç gibi esnek tuhaf bir kılıçtı bu.

Ermes, kılıcı Bıngıl’a uzatıp incelemesini istedi. Bıngıl kılıcı eline alıp dikkatle inceledi.

“Tuhaf şeyler hissediyorum, çok güçlü aurası var fakat ne olduğunu tam olarak anlayamadım.”

Ermes, kılıcı tekrar Bıngıl’dan alırken, “Şimdilik yanımızda dursun, elbet deşifre edecek biri çıkacaktır.” dedi.

Mücadele boyunca bir yerlerde saklanmış olan Axelroth, etrafın tekrar güvenli olduğunu anlayınca maceracıların yanına döndü.

“Öldürmüşsünüz.”

Artur, “Şüphen mi vardı?” diye sert bir bakış atınca Axelroth’un sesi titredi. “Ha-hayır. Biz şey yapalım… Iıı- Devam edelim isterseniz.”

Maceracılar almak üzere geldikleri kitabı bulmak için Axelroth’un rehberliğinde patikaya döndüler.