YIKILMAK DA BİR İKTİDARDIR: MANİPÜLASYONUN SESSİZ TİRANLIĞI
Bazen bir cümle, bir ömre sığacak kadar ağır gelir insana ve bazen en derin yarayı, en çok sevdiğimiz eller açar. Bir gün, kalbime en yakın olanlardan biri şöyle dedi:
“Sen hiçbir zaman güçlü, başarılı kız olmadın.”
Bu cümle ne bağırıyordu ne de öfkeliydi ama içime sızdı; bir zehir gibi, sessiz ve inatçı. Çünkü sevdiğimiz insanların sesi, çoğu zaman vicdanımızın sesiyle karışır. Hakaret gibi duyulması gereken bir söz, birdenbire hakikat gibi yerleşir insanın içine. O an kendimi sorgularken fark ettim ki aynalar kırılmamıştı ama artık beni yansıtmıyordu. Çünkü insan, başkasının aynasında kendini ararken yavaş yavaş silikleşir. Ben de silindim. İçimdeki imgem, bir başkasının sesiyle çizilmişti artık. Ben, o çizimin dışına çıkamaz hâle gelmiştim.
Uzun zaman inandım o söze. Sadece kelimelere değil, kelimelerin ardında taşıdığı karanlığa da… Başarısızlığıma, güçsüzlüğümün kader olduğuna, hiçbir zaman “ışıldayan” kadınlardan olamayacağıma dair bir inanç büyüdü içimde. Oysa zaman geçtikçe fark ettim:
Beni inandıran o kişi değilmiş, inançsızlığım kendimeymiş. Çünkü manipülasyon boşluğa kök salar. İçimizde bir güven çatlağı varsa oradan girer ve büyür. İnsan bazen bir başkasının ellerinde oyuncak olurken, iradesinin nerede kaybolduğunu bile fark edemez. Çünkü irade çoğu zaman çarpıcı bir şekilde gitmez, sessizce çekilir. Onun yokluğundan yalnızca sis kalır geriye; varoluşu saran, yönü belirsizleştiren, kimliği flu hâle getiren o kalın sis. Bu sis, sadece görüntüyü değil; geçmişi de örter. İnsan hem unutur hem hatırlamak istemez. Ama her sisi sonunda bir güneş bekler. Ya bir sabahın ince ışığında ya da gecenin koynunda birdenbire doğan bir düşünceyle… Çünkü Mevlânâ’nın dediği gibi: “Karanlık, karanlığı defedemez; ışık gerekir.”
Benim ışığım, kendime yeniden bakabildiğim gündü. Uzaktan, yabancı bir gözle, belki biraz acımasızca… Ama o mesafede gerçeği gördüm: “Güçlü değilsin.” diyen sesin ardında başkasının korkusu vardı. Ardından kendi içimde, daha derinden gelen başka bir ses duydum:
“Ama sen hâlâ buradasın.”
Anladım ki, güç her zaman yüksek sesle gelen bir şey değildir. Bazen hayatta kalmaktır.
Bazen susmaktır. Bazen tek bir damla gözyaşına rağmen yürümeye devam etmektir.
Ve başarı, görünmeyen savaşların zaferidir. İnsan, başkalarına değil; kendine karşı kazandığı savaşıyla olgunlaşır.
Carl Jung der ki:
“Başkalarının seni nasıl gördüğü, senin kim olduğunu belirlemez. Kim olduğunu, senin kendine ne söylediğin belirler.”
İşte o içsel ses, kimliğimizin gerçek mimarıdır ve o sesin gücü, yaşadığımız hayatın niteliğini belirler. Zamanla gördüm ki mayamda güç de varmış, direnç de. Her kadında olduğu gibi… Bastırılsa da, unutulsa da, derinlerde hep var olan bir güç bu. Su gibi… Yolunu bulmayı bilen, sessiz ama ısrarlı. İnsanın özü, ne başkalarının sözleriyle yok olur ne de yargılarla şekillenir. Eğer içinde bir kıvılcım varsa en karanlık gecede bile parlamayı bilir. Bazen bir cümle yıllarca sürecek bir iç uykunun sebebi olabilir ama her uykunun bir uyanışı vardır ve o uyanış, kişiyi ilk kez kendi sesine yaklaştırır . O ses bazen yumuşak bazen sarsıcıdır ama her zaman hakikidir. Çünkü hakikat içimizde gizlidir.
Ve insan özüne döndüğünde, artık kimsenin ona “Güçlü değilsin.” demesi bir anlam ifade etmez. Çünkü bilir:
Güç, başkasının gözünde değil; kendi kalbinde başlar.
Ve kalpten gelen bir güç, artık bastırılamaz.
İnkar edilse bile varlığını sürdürür. Çünkü hakikat, susmayı bilse de unutmayı bilmez.
Başkalarının seni nasıl gördüğü, senin kim olduğunu belirlemez. Kim olduğunu, senin kendine ne söylediğin belirler.”
Sanırım herşey bu sözde saklı…
Teprikler, kaleminiz daim olsun.
Bu güzel ve içten yorumunuz için teşekkür ederim hocam, ne mutlu ki kendinize yakın cümleler bulabilmişsiniz 🙏😊