26 Mart 2025

SÖZ

ile Kafre Nur Mintaş

Vuslat, kaybolan bir zamanın, tükenmiş bir umudun yansıması gibiydi. Gözlerinde bir bekleyiş vardı; ama o bekleyiş, bir sona, bir hüsrana ulaşmayı arzuluyordu. Birbirimize söz verirken, dilin taşıdığı yükün ağırlığı altında ezildik. Her bir kelime, bir borç gibi geri ödenmesi gereken, fakat hiçbir zaman tam anlamıyla ödenemeyen… Hıyanet, kimseye ait olmayan bir duygu olarak kalırdı, en derin yaraların izlerini bırakırdı. Oysa ne zaman biri, bir başka söz verir ve bu sözü tutmazsa, ardında bıraktığı gölge, tüm gerçekliği silerdi.

Araf’ta, bir köşede kaybolmuş ruhlar gibi, zamanın ne kadar hızlı geçeceği bilinmeden, bir anı daha geride bırakıyorduk. Her adım bir lavin gibi, diğerlerinin üzerine düşen bir yük gibiydi. Kimse artık saf olamazdı, kimseyi anlamak, hele ki kendini, imkansız hale gelmişti. Gerçekten bir menbaa arıyorduk, ama her su kaynağı, kirlenmişti. İçtiğimiz her damla su, daha fazla susuzluk bırakıyordu içimizde.

Her şey alelade bir yalandan ibaretti. Gölgelerde kaybolmuştuk, herkes kendi karanlığında dans ediyordu. Ahenk, kaybolmuş bir melodi gibiydi, her notası eksik, her armonisi yarım kalmıştı. Belki de bu dünyanın en acımasız gerçeği buydu: her şeyin bir sonu olduğu ve bu sonun, her şeyin özünden daha acı verici olduğuydu.