GİDİŞLERE DAİR
Gelmenin verdiği uçsuz huzur, gitme ile bucaksız hüznü oturtuverir yeni doğmuş bir bebek gibi kucağımıza. Verilenler mutluluktan ayaklarımızı yerden keserken, alınanlar zalimce, haince gelir omzumuza. Kambur gibi, bitmez sancı gibi… Bir gidiş nasıl kahreder, altından çıkamayacağımız bir çığın altında ezilircesine. Bir damla güneş lazım olur, karların altından çıkaracak bir el… En çok gidişlerin başrolünden beklenir o beş parmak. Gidene etki etmez bazen yakarışlar. Sanki yıldızlarını gökyüzünden indiren o değilmiş gibi, sanki karanlık bir yolda meşaleyi elden alan o değilmiş gibi, sanki çölde susuz kalmışken elinde dolu matarasıyla ardına bir göz çevirmesini lütuf etmeyen o değilmiş gibi.
Sanki, sanki, sanki…
On binlerce sanki barındıran bir ele muhtaç oluşlar. Varoluşların sonsuzluğuna kanmaktan doğar gidişlere mahvoluşlar. Geldiğinde yüze düşen cemre, gittiğinde kasırgaya dönüşür. Gidenle beraber bütünler, zerrelere bölüşür.
Bu böyledir:
En acıklı hikâyeler gidişlerden çıkar. En kıymetli olanlarda yine onlardır gidişlerin prangasını ayağından, urganını boynundan atamayanlara.
Bir beladır gidişler.
Gidene dökülen her damla okyanus dibinde bir sandıkta hazine gibidir. O hazinenin korsanı hep gidenlerdir. Hazineyi alır, demirini atmadan.
Kimi huzuru bulur gidişlerden kurtuluştur onlar için. Kimine ise küçük kıyamet, samyeli de savruluştur.
Ne olmalı gidişler?
Kurtuluş mu?
Kıyamet mi?
Ne olmalı gidişlerden nihayetlerimiz? Ne olmalı gidenlerden sonra kendimizi layık bulacağımız akıbetimiz? Ruhumuzu gidişlerin girdabına teslim edip bedenimizi bu teslimiyet ile hüzne hizmetkâr mı etmeli? Kurtuluş olduğunu idrakimize yerleştirip, tüm hücrelerimize kadar bir kemirgen misali dişlerini geçirmiş olandan felaha erişmiş olabileceğimizi mi bilmeli? Bazı vedaların baharın habercisi olduğunu kabul mü etmeli?
Evet! Hulâsası budur gidişlerin, ancak kendini gidişlere giriftar etmeyenler için.
Bazı gidişler, hazanı bahara çevirir. Koparılmış çiçekler ile dolu o kurak arazi gülistan olur.