14 Temmuz 2025

ÇÖPTEN PİŞMANLIK

ile Kübra Çiftçi

Bir çocuk gördüm bugün, çöp taşıyordu minik elleriyle…
Etrafa attığı çekingen ama aynı zamanda meraklı bakışlar buralarda yeni olduğunun habercisiydi.
Mülteciydi büyük ihtimalle, üstü başı özensiz olduğu için değil yüzündeki masumiyet ve mahcupluk karmaşası yüzündendi böyle sanmam. Ha bir de ağzına doladığı minik Arapça şarkıdan…
Balkonda kısa bir hava almak için dikilirken rastladım ona. Çıt yoktu mahallede, sadece o ve onu yukarıdan izleyen ben.
Bir ikindi vakti geldi ta en başından sokağın.
Nedendir bilinmez ağlama hissiyatı doğdu içime onu görünce. Sanki o değildi cüssesinin iki katı olan çöp kutusunu omuzlarında taşıyan, bendim.
O, çöp taşıyordu ben pişmanlık… Hem de bir sürü.
Şu an ki tüm dertlerimi onun çöpü, konteynıra boşalttığı gibi atabilsem ben de keşke.

Dikkatle kaldırıyordu kutuyu, en altından destekleyip içini iyice boşaltıyor ve yere bırakıyor sertçe.
Sonra da iki elini birbirine çırparak temizlerken derin bir ‘oh’ çekti yalnızca ve bıraktığı yerden aldı boş kutuyu.
Arkasını dönüp gitti mırıldandığı şarkısıyla sonra ama ben kaldım bir süre daha orada. On yıllık bir binanın dördüncü katında.
“Keşke, keşke bu kadar basit olsaydı. Ben de atabilseydim dertlerimi, pişmanlıklarımı içimi delip geçen Gül’ün dikenlerini…”

İçimden fısıldadığım bu dua’ya cevap bir ezan sesiyle geldi. O kadar gür çıkıyordu ki bu ses, ilk duyduğumda istemsizce irkilmekten kendimi alıkoyamadım.
Sanki yüreğime ılık bir his yayıldı. Belki, dedim içimden.
“Belki de duamı kabul etti.” Kafamı kaldırıp balkon tavanının müsaade ettiği kadarıyla gökyüzüne baktım. Sadece birkaç bulut vardı.

Ama benim dikkatimi iki tanesi çekti.

Birisi benim gibi büyüktü, arkasından gelen gri bulutlar onu bırakmıyordu. Diğeri de küçüktü tıpkı o çocuk gibi ama onun etrafındaki tüm bulutlar bembeyazdı.

Tıpkı yüzü gibi.

O çocuk uzaklaştı, küçüldü, bir sokak lambasının gölgesine karıştı yavaşça. Ardından kalan sessizlik, içimdeki boşlukla yarışır gibiydi. Kendimi sorgularken buldum sonra. Neden biz değil de onlar? Neden çocukluk, bazılarına savaşın, açlığın ve çöpün gölgesinde yazılıyor? Ben çaresizce geçmişime pişman olurken, o çocuk geleceği için dua ediyordur belki de.

Belki biraz yiyecek, belki kuru bir yatak…

İçimden bir şey, “Git, koş peşinden, konuş onunla,” dedi ama ayaklarım dondu. Dilim de sustu. Çünkü ne diyeceğimi bilemedim. “Geçer,” mi diyecektim? “Her şey düzelir,” mi? Bu dünyada bazı yaralar sadece kabuk tutuyor, iyileşmek ise bazen nasip bile olmuyor.

Bir martı sesi böldü düşüncelerimi. Gökyüzüne baktım yine, aynı bulutlar…

Biri hala peşindeki griliklerle sürükleniyor, diğeri alabildiğine beyaz ve özgürce süzülüyordu.

O an fark ettim…

O küçük çocuk, aslında bendim belki; içimdeki temiz kalmış, kirlenmemiş son parçayı taşıyordu.

Ve ben, onu izlerken, kendimi gördüm. Çöp kutusundan kurtardığı sadece teneke kutular değildi. Belki benim içimdeki ölü umutları da kaldırıp götürüyordu.

Sessizce… Ama en derinden.

Bir süre daha baktım boş sokağa, gözlerim dolu, kalbim ise tarifsiz bir ağırlıkla. İnsan en çok kendine ağlarmış ya hani, işte o çocuğa değil, kendi kaybettiklerime, kendi susturduklarıma ağladım o an. Gözlerimin önünde bir film gibi geçti her şey.

İçimde büyüyen o gri bulutun altında kalan hayallerimi düşündüm.

Belki bir gün, ben de o çocuk gibi, yükümü boşaltır, ellerimi birbirine vurur ve “oh” derim.

Belki…

Belki umut, en çok böyle anlarda doğar. Sessizce.

Hiç beklenmedik bir ikindi vaktinde…